Monday, 14 September 2020

Takımlar ve yıldızlar

Ronaldo de Assis Moreira, nam-ı diğer Ronaldinho’nun yaşadıklarından yola çıkarak yıldızlar ve takımlar konusuna bakalım istedim bu yazımda.  

Ronaldinho, bir zamanların en değerli futbolcusu idi. 2003 yılında Barcelona, Manchester United ile girdiği transfer savaşından galip ayrıldı ve Paris Saint Germain’den bu genç ve üstün yetenekli oyuncuyu 30 milyon Euro bedelle transfer etti. Ronaldinho, o sıralarda yeni seçilen Barcelona başkanının seçim vaatlerinden biriydi. Onun takıma kazandırılması çok önemliydi. 

Ronaldinho da neden çok önemli bir oyuncu olduğunu sürekli ispat etti. Barcelona ile 207 maça çıktı, 97 gol attı, 71 asist yaptı. Barcelona’da oynarken 2004 ve 2005 yıllarında 2 defa FIFA tarafından en iyi oyuncu seçildi. 2005 yılında Fransızların ünlü ödülü Balon D’or’un sahibi oldu. 2005-2006 sezonunda Şampiyonlar ligini kazandı. 2004-2005 ve 2005-2006 yıllarında İspanya’da şampiyonluk kupasını kaldırdı. 2006 ve 2007 yıllarında İspanya Kral Kupasını kazandı. Yani Barcelona futbol kulübü ile yaşamadığı başarı kalmadı.

Takımın en büyük yıldızı ve değişmez oyuncusu idi ve takımı başarıdan başarıya sürükledi. Ta ki 2007- 2008 sezonuna kadar. Ronaldinho, takımı başarıdan başarıya sürükledikten sonra 2007 yılında kariyerine gece kulüplerinde ve partilerde devam etmeye karar verdi. Takım arkadaşı Deco, ki o da önceki yıllardaki başarıların önemli mimarlarından biriydi, ve Messi de bu partilerde devamlı yer alıyor ve antrenmanları aksatıyorlar, futbol hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Messi o sezonu çok uzun sakatlıklarla geçirdi. O sırada takımın başında olan Frank Rijkaard ise bu duruma göz yumuyordu ve takım içindeki denge ve uyumu, “yıldız” oyuncularını korumak için, bozuyordu. 

Takım, o sezonu kupasız tamamladı ve ligi Real Madrid’in 18 puan gerisinde tamamladı. Sezon sonunda Frank Rijkaard gönderildi ve onun yerine 37 yaşında, daha önceki tek teknik direktörlük deneyimi 3. Ligdeki Barcelona B takımını çalıştırmak olan Pep Guardiola getirildi. 

Guardiola’nın takımın başına geldikten sonra yaptığı ilk şey, takım ruhuna el atmak oldu. Takıma kendini adamayan, kulübün değerlerini hiçe sayan oyuncularla yolları ayırma kararı aldı. Yetenek yerine çok çalışmayı, takım için çalışmayı ön plana koyan oyuncularla yola devam etmeyi tercih etti. Bu doğrultuda takımın iki efsanesi Deco ve Ronaldinho’nun takımdan ayrılmasına karar verdi. Bir önceki sene Ronaldinho için gelen 70 milyon Euro’luk teklifi reddeden Barcelona, o sene, Guardiola’nın isteği ile Ronaldinho’yu, 27 yaşında, yani futbol için en ideal zamanında, 20 milyon Euro’ya Milan’a sattı. “Kurtarılabilir” durumda olan Messi’yi ise takımda tuttu ama ona ilk yılında yıldız rolü vermektense onun yükünü takımın çalışkan arıları Puyol, Iniesta ve Xavi arasında dağıttı. Tek bir yıldız ile değil 4 kaptan ile yoluna devam etti.

Guardiola, takım olmayı, kulüp değerlerine bağlı olmayı, çok çalışmayı, kendini takım için adamayı, roller arasında denge yaratmayı, yeteneğin ve yıldız olmanın önüne koyarak başladı büyük takım yönetme kariyerine. Şu anda da dünyanın en başarılı teknik adamlarından biri olmaya devam ediyor. 

Beni yakından tanıyanlar konuları matris ile incelemeyi / anlatmayı çok sevdiğimi bilirler Bu konudaki görüşlerimi de bir matris ile anlatmaya çalışacağım. Yetenek bir eksende, adanmışlık (ya da takıma ve ortak amaca bağlılık ya da yerine göre iş ahlakı da diyebilirsiniz) bir diğer eksende yer alıyor. Buna göre kutuların içindeki rakamlar benim çalışmayı tercih etme önceliğimi gösteriyor. 

 

Sınırlı yeteneği olan

Çok yetenekli

Düşük bağlılığı olan 

4

3

Yüksek bağlılığı olan 

2

1

 

Tabi ki ideali hem yetenekli hem de kendini takıma bağlı hisseden takım üyeleri ile çalışmak ama bunun mümkün olmadığı durumlarda Türkiye, Ortadoğu ve Avrupa’da birlikte çalıştığım ekiplerde tercihim her zaman yetenek yerine takıma uyum sağlayan, takımın hedeflerini kendi çıkarlarının önünde tutan, iyi niyetle çok emek koyan ekip üyeleri ile çalışmak oldu. Kısa vadede yetenekli ama adanmamış insanlar başarı getiriyor gibi görünse de takım ruhunda yarattıkları hasar, değil kısa vadede, uzun vadede bile çok zor toparlanıyor. 

Siz kendi ekiplerinizde yıldızlara nasıl davranıyorsunuz? Başarılarınızı takımın tamamının çok ve uyum içinde çalışmasına mı borçlusunuz yoksa yıldızlarınıza mı? Eğer varsa, ekiplerinizde, takımın bir parçası olduğunu unutan yıldızlarınıza ne yapıyorsunuz? Bazen yörüngesinden çıkan ve kararsız haliyle size ve takımınıza zarar verebilecek yıldızları söndürmek en doğru yol olabilir. Ne dersiniz? 

 

Tuesday, 1 September 2020

Takım Yaratmak


Uzun süre sonra yazdığım ilk yazıya çok büyük bir destek geldi. Herkese çok teşekkür ederim. Daha önceki yazıda da belirttiğim gibi bir süre spor koçlarından aldığım örneklerle iş dünyasında bizlerin yararlanabileceğimiz konulara odaklanmak isterim. Bugünkü yazımız, takım kurmak ve takımları bir arada tutmanın önemi üzerine olacak. 

Phil Jackson, yıllarca play-off’lardan dönen Chicago Bulls’u sonra da Los Angeles Lakers’ı şampiyon yaptı. Elinde, önceki yıllardan kalan oyuncular vardı. Yani, koçluk yaptığı takımları sıfırdan / yeniden kurmadı, mevcut oyunculara farklı bir şekilde yaklaştı, mevcut kadrolarla şampiyon oldu. Burada yarattığı en büyük fark ise, mevcut kadrolardan “takım” oluşturmak oldu. 

Tabi ki elinde Michael Jordan ya da Kobe Bryant vardı ama her ikisi de ilk şampiyonluklarını Phil Jackson ile birlikte yaşadılar. Yani yetenek çok önemli ama takım olmak, bütün olmak, beraber hareket etmek daha önemli. Phil Jackson bunun için saha içinde ve dışında çok şey yaptı. Takımdaki herkesin birbirine güvenmesini ve birbirine destek olmasını sağladı.

Bunu iş dünyasına uyarlarsak; ekiplerin, bütün halinde, sürdürülebilir başarıya ulaşmalarını sağlamak liderlerin en önemli sorumluluklarından biri. Ekibinizde çok yetenekli insanlar olabilir, sistemsel altyapınız sizi her alanda çok destekliyor olabilir ama ekibiniz “bir bütün gibi” hissetmiyorsa, beraber hareket etmek için bir çabaları yoksa, ekipteki herkes kendinden önce ekibi düşünmüyorsa, ekip üyeleri birbirlerine destek olmuyorsa, sistemsel altyapınızın ya da büyük emek vererek tek tek özenle seçtiğiniz çalışanların etkisini görmek çok güç olacaktır. 

Liderlerin yapması gereken şey, işin detaylarına değil insana ve ekibe odaklanmak ve ekibin bir bütün olmasını sağlamak. Liderlerin ekip üyelerinin her birini, kendi kişisel hedeflerinin / çıkarlarının ötesinde daha büyük bir amaca yönlendirmeleri gerekir. Bunun için de farkındalığı yüksek, bütünleyici bir takım kültürü yaratmaları beklenir.

Ama bu “bütünlük” (tek olma) hissi maalesef bir anda açabileceğiniz sihirli bir kutu değil. Bunun için doğru ortamı kurmalı, doğru vizyonu koymalı, ekip içi diyalog ortamını ve güveni tesis etmeli ve sağlıklı şekilde büyümesi için de her gün gözünüz gibi bakmalısınız. 

Ekip kurmak ve büyütmek emek ister ama güzel haber şu (ya da, yöneticilik stilinize bağlı olarak, kötü) ekipteki “bütünlük” hissini yaratmak için buradaki rolünüzü delege etmelisiniz. Hem ekip içi liderlere hem de tüm ekip üyelerine. Bu, tek başınıza yapabileceğiniz bir şey değil ama işin keyifli yanı siz delege ettikçe ekibinizeki herkes sorumluluk alacak ve herkesin liderlik yetkinlikleri de gelişmeye başlayacaktır. 

Lütfen kendinize şu soruları sürekli sormaya devam edin: 

·       Ekibiniz tek tek bireylerden mi oluşuyor yoksa bir bütün olarak mı hareket ediyor?

·       Ekibinizde bütünlük hissini yaratmak ve sürdürmek için neler yapıyorsunuz?

·       Daha iyisini yapabilir misiniz?

Cevaplarınızı kendinizle tartıştıktan sonra benimle de paylaşmak isterseniz çok sevinirim. 

Gelecek hafta yeni bir yazıda görüşmek dileğiyle. Ekibinize ve kendinize iyi bakın.








 

Monday, 24 August 2020

“The Last Dance”in düşündürdükleri

Son zamanlarda Netflix’te izlediğim en iyi belgesel “The Last Dance” oldu. İzlemeyenlere kesinlikle tavsiye ederim. Kısaca bir Michael Jordan hikayesi diyebiliriz. Michael Jordan’ın Chicago Bulls takımını nasıl şampiyonluklara taşıdığını izliyoruz. 

Belgeseli izlerken aklım Phil Jackson’a takıldı. Şampiyonluklar Michael Jordan’a yazılmış gibi görünüyor ama Phil Jackson’ın coach olarak başarısı azımsanmış gibi hissettim. 

Bence spor koçlarının, teknik direktörlerin yaptıkları yöneticilik / liderlik, iş dünyasında bizim yaşadığımız yöneticilik / liderlikten daha zor. Birincisi, yaptığınız işi sizden daha iyi bildiğini düşünen milyonlarca insan attığınız her adımı izliyor ve her adımınızı eleştiriyor. Onlara göre, ‘o takımı kim yönetse şampiyon yapar’. İkincisi, taraftarlar tarafından ilahlaştırıldıkları için egoları tavanda olan, kendisini tanrı / tanrıça ilan etmiş bir grup genç insanı yönetmeniz ve onları belli bir amaca odaklamanız bekleniyor. Üçüncüsü, yöneticiler tarafından milyonlarca dolar yatırım yapılan bu genç insanların çok büyük bir kısmı sizden daha fazla para kazanıyorlar ve her şeyi satın alabileceklerini / her şeyin para ile ölçülebileceğini düşünüyorlar. Dördüncüsü, kariyerlerinin zirvesinde olan bu oyuncular çoğu zaman sizi dinlemek yerine kendi yeteneklerini ön planda tutmaya odaklanıyorlar. 

İş dünyasında bu sorunlar ya yok ya da olsa bile yöneticilerin / liderlerin elinde her zaman daha fazla “güç” oluyor. Ama ben iş dünyasındaki yöneticilerin spor dünyasından çok şey öğrenebileceklerini düşünüyorum. 

Aklımda bu düşüncelerle uzunca bir süredir okuma listemde duran Phil Jackson’ın “Eleven Rings” kitabını okudum. Bu kitabı okurken öğrendiklerimi / düşündüklerimi / hissettiklerimi önümüzdeki birkaç yazıda özetlemek istiyorum. Eleven Rings kitabının ikinci bölümü “The Jackson Eleven” adını taşıyor ve Jackson’ın 11 maddede liderlik prensiplerinin özetini içeriyor. Bu 11 maddeyi kendi sözlerimle şöyle özetliyorum ben: 

1. Liderlik stilinizi kendi içinizde bulun. Dışarıdan evirdiğiniz popüler stiller sizi bir yere getirebilir ama zamanla üzerinize ya çok dar ya çok bol gelmeye başlar. Zamanla kendi yarattığınız stil size en uyan stil olacaktır. 

2. Egonuzu bir kenara bırakın ve son sözü söylemek zorunda hissetmeyin. 

3. Her oyuncunun kendi kaderini çizmesine izin verin. Her oyuncunun kendisini farklı kılan özelliklerini ortaya çıkarmasına izin verin.

4. Sisteminiz olsun. Sisteminiz sizi ve takımınızı sürekli desteklesin. 

5. Sıkıcı ve kendini tekrar eden işlerden sıyrılmak için takımınızı başka şeylere odaklamanıza yardımcı olacak pratikler bulun. 

6. Takımınızın aklının / ruhunun boşalmasını, rahatlamasını sağlayın ve zihinlerinin sürekli sağa sola koşmak yerine yavaşlayıp konsantre olmasını sağlayın: Örneğin meditasyon yapın. 

7. Başarının anahtarı, merhamet ve doğru duygusal bağların kurulmasıdır. Oyuncuların birbirlerine kalplerini açmaları, birbirleriyle anlamlı şekilde işbirliği yapmalarını sağlar. 

8. Gözünüz skorbordda değil, takım ruhunda olsun. Takımdaki herkes takımın çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne koyduğunda başarı kendiliğinden gelir. 

9. Bazen takımı, güçlendirmek için sınırlarını zorlamanız gerekir.

10. Eğer ne yapacağınızı bilmiyorsanız, hiç bir şey yapmayın. Zihninize dinlenmek için izin verdiğinizde genellikle cevabı bulursunuz

11. Şampiyon olmayı takıntı haline getirmeyin. Yapabileceğiniz en iyi şey, başarı için en iyi koşulları yerine getirmek ve sonucun gelmesini beklemektir. Yola odaklanın, sonuca değil. 

Önümüzdeki yazılarda bu 11 madde ile ilgili ben anladıklarımı ve Phil Jackson’ın anlattıklarını yazmaya devam edeceğim. İlk yorumum ise şu:

11 maddenin çok önemli bir kısmının iletişim, duygusal zeka, ilişkilere ve yola odaklanma, egolardan sıyrılma üzerine olması aslında bana şunu tekrar tekrar hatırlatıyor: Liderlik gündelik işlerin her detayına odaklanmakla değil insanlara ve stratejilere odaklanarak olur.

Teknik detaylara odaklanmak yerine elinizdeki ekipten en iyi verimi almaya odaklanırsanız ekibiniz en iyisini yapacaktır. Liderin rolü, ekibi kurmak, onların iyi bir takım olmasını sağlamak, sürekli olarak ekibi gözlemlemek ve doğru stratejiler ortaya koyarak ekibin doğru yere gitmesini sağlamaktır. Lider, yolu çizer, ekip üyeleri, birbirlerine destek olarak, o yolu tamamlarlar. 

Siz bu 11 maddeyi kendi işiniz ya da ekipleriniz için uygulasanız neler yapardınız? Size bu maddeler ilk bakışta ne düşündürdü? 








5 coaching questions to ask yourself today to start achieving your 5-year targets

Changing your life is usually an accumulation of small steps toward a pre-defined detailed target. To achieve this change, you need to ask q...